Birinci Dünya Savaşı yıllarında meydana gelen olaylara üç ayrı bakış
İlve Yeni Anlatıyor
İlve Yeni, 1902-1993 yıllarında yaşadı. Rusların Trabzon’u işgal ettiklerinde ondört yaşındaydı. 1990 yılında kendisiyle bir söyleşi yaptım. Seksensekiz yaşında olmasına karşılık yaşadıklarını tüm canlılığıyla hatırlıyordu. Söyleşiyi kaleme alırken kullandığı cümleleri değiştirmeden, kendi ifadesiyle yazdım.
İlve Yeni işgal yıllarında yaşadıklarını şöyle anlattı:
“- Anamlar köyde, ben analığımla Sıcakoba yaylasındaydım. Rusların geldiğini haber aldık. Yayla halkı yaylayı terk etmek için hazırlıklara başladı.
- Analığım, bana dedi ki, git bak mahalleden giden var mı? Giden varsa biz de onlara ekleşip muhacir gidelim.
- Nereye gideceğiz? Diye sordum.
- Kuşmer(1)’e, dedi.
Koşarak mahalleye gittim, ortalıkta kimseler görünmüyordu. Geri döndüm. Molla Mahmutoğlu’nun evinin yanına geldiğimde, Palah(2)’tan aşağı giderken süvariler bana doğru geliyordu. İçlerinden biri bana:
- Dön geriye! Soldatlar geliyor, vururlar seni. Kaç da şenliğe(3) düş(4)! Dedi.
Öylesine düzgün Türkçe ile söyledi ki Rus olduğunu anlamadım.
Ona dedim ki:
- Biz muhacir gideceğiz. Gidiyorum yükümü alacağım.
O tekrar:
- Dön geri, vururlar seni, dedi.
Ben onu dinlemedim. Koşarak indim eve. Analığım bana yatak yükü yapmıştı. Hazırlanan torbayı onun içinden aldım, geri döndüm. Dönüşte kurşunlar yağmur gibi kulaklarımın dibinden vızıldayıp önümdeki toprağa saplanıyordu. Gencali'nin evinin yanına kadar geldiler. Korku ve heyecandan ayaklarım birbirine dolaşıyordu. Yamaçtan yukarı giderken ayaklarımdaki çarıklar kayıyordu. Çarıklarımı çözmeğe vakit yoktu. Can havliyle bağlarını koparıp, çarıkları attım. Koşarak çayır duvarının dibine attım kendimi. Oradan iki büklüm, ellerim ve ayaklarımın üstünde yürüyerek yaylaya geldim. Mesut'un kapısında baban, Mesut ve daha birkaç kişi ile karşılaştım. Bana ahıra gitmemi söylediler.
Kadınlar ahırda, erkekler üstteydi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Ruslar yaylaya girince silâh sesleri kesildi. Bütün evleri teker teker aradılar. Bizi de ahırda buldular. Dışarı çıkardılar. Üstümüzü aradılar. Para, yüzük, altın ne buldularsa aldılar. Sıra bana gelince belimi çözmemi söylediler. Belimdeki kaytanı çözünce kesem çıktı meydana. Askerin biri aldı kesemi. Kesede beş kuruş vardı.
- Beş kuruştur alma onu, diye yalvardım.
Asker benim sesimi taklit ederek, alay etti. Sonra parayı kesenin içine koydu, ağzını bağladıktan sonra geri verdi. Elimdeki torbayı aldı. İçime bir korku girdi. Bunlar Rus mallarıdır, tanıyacak ve alacak onları, anama ne diyeceğim? Yine yalvardım:
- Bunlar anamındır, alma onları, dedim.
O tekrar yalvaran sesimi taklit etti, sonra çıkardığı gibi torbaya koydu ve geri verdi.
Sonra bütün yayla halkını İbrahim Ağanın düzüne topladılar. Yaylada kimse kalmadı. Orada bizi toplamalarının sebebi, yağlı paçavra ile bizi yakacaklardı. Karşıda çadırlar kuruldu.
Akşama kadar bizi orada alıkoydular. Kimse evine gidemedi. İbrahim Ağa'nın evinin yanlarındaki evlerde kaldık. Herkes bir kenara çekilerek başımıza gelecek akıbeti bekliyorduk. İçimizde erkek olarak yalnız kaynım Ramis'in kaynatası vardı, diğerleri kadındı. Bir asker geldi, kadın istedi. Ramis'in kaynanası yanımızdaki kadınların birine işaret etti. Kadın önde asker arkada hayata giderken kafasına bir balta vurarak askeri yere serdi. Sonra gübreyi açarak cesedi içine gömdüler.
Ertesi gün bizi serbest bıraktılar, ama ne mal, ne yatak, ne de kab kacak bıraktılar.
- Anne, Sultan Murat'ta olan Şehitlerin hikâyesini biliyor musun?
- Bilmez olur muyum?
Bizim karargâhımız Limonsuyu(5)'ndaydı. Kumandanın biri bir gece orda bir rüya gördü. Sabahleyin kalktı:
Kardeşlerim, benimle Cennete gelecek olan var mı? Diye emrindeki askerlere sordu.
Oradakilerin hepsi hazırdı. Gönüllü bir bölük kurdu ve Rusların üzerine yürüdü. Oradan Şehitler Tepesi’ne kadar iki saatlik yol vardı. Oradan Bayburt'a giderdik. Şehitler Tepesi’ne çıkmadan aşağıdaki düzlüklerde karşılaştılar. Süngü süngüye dövüş başladı. Silâh sesleri kesildi. Hep döküldüler ve orada şehit düştüler.
- Biraz önce anlattığın olayda, Sizi yaylada topladılar, aradılar, mallarınızı aldılar dedin. Şehitler Tepesi’nin savaşı bu olaydan önce mi oldu?
- Sonra oldu. Türk ordusu önce geri çekildi, sonra hücum etti.
- O halde bu olayı senin de yaşamış olman gerekir.
- Elbette. Çektiğimizi Allah bilir. Nice korkular ile o günleri yaşadık.
- Ruslar buralarda ne kadar kaldılar?
- Üç sene kaldılar. Şimdiki şose var ya, ilk olarak Ruslar açtılar onu.
- Bayburt'a kadar mı?
- Evet
- Ne ile açtılar yolu? Grayderle mi yoksa...
- Millet ile. Kazma kürek ile. Çoluk, çocuk, karı, kuru. Ben gitmedim. Bütün gittiler. Çalıştırdı, yaptı.
- Çalıştırırken para veriyorlar mıydı?
- Yevmiye ile çalıştırıyorlardı.
- Çalışanlar kimlerdi?
- Türkler. Kendilerinin çalışacak kimsesi yoktu.
- Sence Ruslar bu yolu niçin yaptırdılar?
- Oturacaktı da onun için yaptırdı.
- Yani kendileri için yaptılar yolu, bizim için değil.
- Elbette kendileri için yaptılar. Sonra içinde bir ihtilaf, bir anlaşmazlık çıktı da çekildi gittiler. Yoksa gitmeyeceklerdi. O kadar masrafı yaptıktan sonra gider miydiler?
- Anabodamo(6)'da ne işiniz vardı? Biraz önce ilk defa yaylada iken Rusların geldiğini söyledin.
- İlk defa köyde iken geldi sanırım. Sonra çıktık yaylaya.
- Anabodamo'ya gitmeniz nasıl oldu?
- Düşmandan kaçtık da Anabodamo'ya gittik. Orada bir boğaza girdik. Ama Barma(7)’da yanıyordu ortalık. Muharebe vardı ki, o yana giden topun dumanını da, bu yana gelenini de görüyorduk. Biz, çoluk çocuk oradaydık.
- Kadınlar ve çocuklar mı vardı Anabodamo'da?
- Evet.
- Erkekler neredeydi?
- Eli silâh tutan erkekler yukarıda düşmanla çarpışıyordu.
- Orada bir gece kaldık. Baktık ki bir Rus askeri geldi çıktı yanımıza. Daha önceden onu tanıyorduk. Rusların Hadi(8)'daki deposunun memuruydu. Bize ara sıra gelirdi. Kardeşim Rahime bir buçuk-iki yaşlarındaydı. Onu çok severdi. O gece orada bizimle kaldı. Ertesi gün beni sizin kumandana yetiştirin dedi. Aldı götürdüler onu Aymeydanı(9)'ndan yukarı. Götürdüler bizim askerlere teslim ettiler de geldiler.
- Rus tarafından mı kaçmıştı?
- Evet
- Tanışmanız nasıl oldu?
- Anamı evinden çıkardılar. Orayı depo ettiler. Hadi'da olduğu için tanıştık. Çocuğu mu vardı, kardeşi mi vardı bilmem? Orada olduğu süre Rahime'ye yakınlık gösterirdi. Rahime o zamanlar bir ya da iki yaşlarındaydı.
- Bizim kumandana teslim edildikten sonra ondan haber aldınız mı?
- Daha haber alamadık.
- Yaylada geçen bu savaştan sonra Ruslarla ilgili başka bildiğin ya da duyduğun bir olay oldu mu?
- Onlar burada durduğu süre bir şey olmadı. Yolda çalışırken o adamı verdiler uçurumdan aşağı.
- Hangi adamı?
- Çayırobalı Ali Osman'ı.
- Niçin?
- Bu savsak adam niye boş dolaşıyor buralarda? Dediler ve verdiler onu uçurumdan aşağı. Kimse korkusundan bir şey diyemedi. Beş on gün bir yerde görülmedi. Bunca dinamitler patlattılar, taşlar yuvarladılar oradan aşağı. Beş on gün sonra çıktı geldi. Onu görenler şaşırdı:
- Ali Osman, sen neredeydin? Diye sordular. "Bir taşın altında yaaaattım da yattım," dedi. Bu olaydan sonra Çayıroba’ya gitti, bir daha da kendisinden haber alamadık.
- Başka bir olay hatırlıyor musun?
- İlk geldikleri zaman çok kişi öldürdüler. Halk arasında konuşulan ve benim hatırladığım; Of’un Uğurlu köyünden Harun, bir kazık aldı da düşmanın üzerine yürüdü, Rize tarafında vurdular onu. O adam nerede hacca gidecek birini duysa onunla görüşmeye giderdi. Amcamda gördüm, tanıdım onu. Amcam hazırlanıyordu, Kâbe'ye gidecekti, o bize geldi. Ben çocuktum. Balkonda soyma ayıklıyordum. Geldi bana yardım etti.”
(1) Kuşmer: Çaykara yaylarının Bayburt sınırına yakın olan son yaylası
(2) Palah: Sıcakoba yaylasında bir bölüme verilen ad
(3) Şenlik: Kalabalığın bulunduğu yer
(4) Düş: Git
(5) Limonsuyu: Sultanmurat ile Bayburt arasında bulunan yayla
(6) Anabodamo, Hadi deresinin yukarı bölümünde ve yangının altında bulunan dar vadi.
(7) Barma: Bir yayla
(8) Hadi: Çaykara-Ataköy’ün bir mahallesi ve çevresine verilen ad
(9) Aymeydanı: Yayla yolu üzerinde çevreye hâkim bir tepe, bu tepenin üzerindeki düzlük
Hacı Şükrü Öztürk
Temmuz 1984’de Şehitler Tepesi’ni görüntülüyordum. Şehitler Tepesi’nin ziyaretçilerinden bir grup etrafıma toplandı. Çalışmalarım röportaja dönüştü. Koldere köyünden, Hacı Şükrü Öztürk, çektiğim görüntüleri şöyle seslendirdi:
"Birinci Dünya Savaşı yıllarında (1914-1918) Rus Ordusu bu toprakları işgal etti. Çanakkale Zaferi’nden sonra birliklerimizden birkaç grup buraya verilmiş, yaptıkları kahramanca mücadele sonunda Rus ordusunun ilerlemesini durdurmuşlardı.
Rus istihkâmlarının üstü kapalı, sobalı, her türlü konforu mevcuttu. Bizimkiler ise, şu karşıdaki sıra tepelerde, dize kadar istihkâm içerisinde kışı geçirmek zorundaydılar. Soğuktan hastalanarak geri gönderilenler oldu. Askerlerin hepsi hastalanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Başlarında bulunan kumandan, emrindeki askerlere şunları söyledi:
- Arkadaşlar, bu gidişle hepimiz soğuktan hastalanarak öleceğiz. Bulunduğumuz yerde ölümü beklemektense, düşmana saldıralım. Ölürsek öyle ölelim. Ben bir rüya gördüm. İnşallah gerçektir. Benimle gelmek isteyen var mı?
Orada bulunan askerlerin tümü hücuma hazır olduklarını, komutanlarının emrinde olduklarını, ne yapılacaksa hep birlikte yapacaklarını belirttiler.
Komutan, askerlerin içinden altmış beş kişi seçti. Bunlar gizlice düşman istihkâmlarına yaklaşarak tel örgüleri kesecek, diğer askerler takviye gücü olarak görev yapacaklardı. Tel örgü kesilince kumandan bir el ateş edecek, parola silâh sesi olacaktı. Silâh sesi duyulunca takviye gücü de, ellerindeki silâhlarla onları destekleyeceklerdi.
Orada üç karakol vardı. Bu karakolları teker teker alarak tellere yaklaştılar. Ruslarda köpekler vardı. Bunlar bizim askerlerimize hücum ettiler. Telleri kesmeye engel oldular. Askerin birini sıkıştırdılar. Asker, köpeği vurmak zorunda kaldı. Köpek vuruldu, ama tel örgü kesilmeden parola verilmiş oldu. Silâh sesini duyan takviye gücü ateş etmeye başladı. Tellerin başlarında bulunan bombalar patladı. Altmış beş kişinin çoğu kendi askerlerimizin ateşi sonunda şehit düştü. Kalan askerlerimiz hücum ederek düşmana ani baskın yaptı. Düşman askerleri bir kurşun atmadan imha edildi. Burası birinci hattı.
İkinci hat aşağıda Komardağı’ndaydı. İhtiyat topçuları dışında oradan da kimse kurtulamadı. Topçular kaçarak kurtuldu. Biz orada düşmanın esaretindeydik. Düşmanın kaçtığını görünce bizim askerlerimize sığındık.
Bu tepeye gelip ziyaret ettik. Şehitlerimize toplu mezar açarak gömmüşlerdi. Gördüğünüz birinci çeper, burada şehit düşen askerlerimizin mezarlarıdır. Aşağıdaki ikinci çeperde, Barma, Görne ve dolaylarında şehit düşen askerlerimiz yatıyor.
Bu kumandan burada ölmedi. Barma’daki çatışmada atıyla birlikte yaralandı. Sultanmurat’ın yanında karargâh vardı. Oraya getirdiler. Orada ölünce bu şehitliğin başına getirip defnettiler. Atını da yanına gömdüler.
Bu şehitlik ellili yıllara kadar hayvanların ayaklarının altında çiğneniyordu. İsmail Efendi (Bakkaloğlu) rüyasında şehitleri gördü. “Bizi hayvanların ayaklarının altından kurtarın!” diyorlardı. Rüyasını bize anlattı. Çevredeki yaylaların halkı toplanarak elbirliği ile taş toplayarak bu çeperleri yaptık. Daha sonra abide dikildi, mescit yapıldı.
Bu tarihi olayın bir de askeri yönünü inceleyelim.
23 Haziran 1999, Şehitleri Anma Gününde bir subay, Şehitler Tepesi'nde geçen savaşı şöyle özetledi:
"Birinci Cihan Harbinde, birçok cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, Rusların 1916 yılı başlarında Kafkaslar'dan başlayan taarruzları hızla ilerlemiş ve bunun sonucunda 18 Nisanda Trabzon'a ulaşmıştır.
Çanakkale cephesinde yenik düşen müttefiklerin bu bölgeden çekilmesiyle Osmanlı ordusu doğu harekât alanını pekiştirme olanağını elde etti. Haziran ayı başlarında Rusların taarruzu zayıfladı ve buna mukabil kaybedilen toprakların geri alınması maksadıyla hazırlıklara başlandı.
Batıda bulunan Mador ve daha ötesindeki Tolos dağlarına 9. Tümen, güneye 13. Tümen yerleştirildi. 21 Haziran gecesi bu bölgeye gelen 4. Alay ise doğudaki Arpalı köyünden Yurt Tepesi istikametine, 29. Alay ise, doğudaki dere boyunca Hadi Pazarı'na doğru taarruza başladı. 23 Haziran sabahı düşman bu bölgede 1000'i ölü, 500'ü yaralı ve muhtelif silâh ve teçhizat bırakarak geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu muharebeler esnasında şehit düşen 4. Alayın tabur komutanı Yüzbaşı Seyfettin ve 70 Mehmetçik, Şehitler Tepesi'nde yatmaktadır.
Bu muharebelerde dikkati çeken en önemli husus şudur:
22 Haziran gecesi, yöre halkından, araziyi iyi bilen 40 kişilik bir müfreze düşman içine sızarak baskın yapmıştır. Bu baskın, düşmanın tertibatını bozmuş ve muharebenin kazanılmasında temel teşkil etmiştir. Sivil gönüllülerle, askerler omuz omuza, eşsiz bir mücadele örneği sergilemişlerdir."
Hüseyin Remzi Şentürk Anlatıyor: (Doğum tarihi: 1328/1912)
“Şahinkaya köyünden İbrahim Ağaoğlu'nun koyun sürüsü Hanırmak-Sıcakoba değirmenlerinde otluyordu. Ruslar bu sürünün çobanını vurdular. Çobansız kalan sürü değirmenlerin çevresine toplandı. Babam, Ulufoğlu Hafız Hasan ile birlikte koyunları oradan alırız dediler. Türk birliklerin başında bulunan Tümgeneral razı olmadı. Vurulursunuz, dedi. O sırada Tümgenerale telefon edildi. Tümgeneral ahizeyi eline aldı, fakat konuşamadan telefon kesildi. Hemen bir atlı gönderdi. Yaklaşık on beş dakika sonra atlı döndü. Yanında yaşlı karı-koca vardı. Onları hemen tanıdım. Yüzünde çekme bulunan Ü.... ile karısıydı. Karısının sırtında sepet vardı. Komutan kadının sırtındaki sepete baktı. Sepet, telefon kablosuyla doluydu. Lamba yerine kullanmak için o yöredeki telefon kablolarını kesip sepete doldurulmuşlardı. Tümgeneral bir şey demeden tabancasını çekti, orada Ü’yü vurdu. Yanındakilere: "Adamı alın, karısını da buradan uzaklaştırın." dedi.
Sonra babamla Hafız Hasan'a müsaade edildi. Rus askerlerine görünmeden Hanırmak'ın arkasından koyun sürüsünün yanına yaklaştılar. Sürünün içinde 3-4 tane köpek vardı. Köpekler onlara saldırdı. Onlar bir yolunu bulup sürüyü bulunduğu yerden bizim bulunduğumuz tarafa yönlendirmeyi başardılar. Durumun farkına varan Ruslar, babamla Hafız Hasan'a ateş etmeye başladılar. Bizim askerlerimiz Rusların ateşine karşılık verdi. Sürü bizim bulunduğumuz yere kadar geldi. İbrahim Ağaoğlu Tümgenerale: "Paşam, sürü sizin olsun. Ruslar yiyene kadar bizim askerimiz yesin, biz gidiyoruz." dedi. Paşa kabul etmedi. "Koyunlarını al, ama istersen bize biraz et verirsin." O da koyun keserek et verdi.
Bu olaydan sonra Bayburt'a doğru muhacir gittik. Arkamızdan Ruslar geldi. Bizimkiler, Rusların görmemesi için kadınları kevenlerin arkasına sakladılar. Keven, Bayburt yöresinde yetişen dikenli bir bitkidir.
Elebaşı olduğunu anlayan iki Ermeni asker kasaturalarını çekerek babamı öldürmek istediler. Rusların arasında bulunan Kazak askerler buna engel oldu, babamı ölümden kurtardılar.
Rus birliklerinin komutanı için Rusça bilen tercüman aranıyordu. Babam talip oldu. Babamı alarak Rus komutanının yanına götürdüler. Babam uzun yıllar Kırım'da kaldığı için iyi Rusça bilirdi. Rus komutan Tatar’dı. Babama çok yakın ilgi gösterdi. Bir isteğinin olup olmadığını sordu. Babam bu ilgiden yararlanarak Rusların baskısından şikâyet etti. Mallarının talan edildiğini, kadınların Ruslardan korunmak için hapis gibi saklandığını dile getirdi. Komutan yapılan şikâyetlerin yerine getirilmesini emretti. Gasp edilen her şey iade edildi. Kadınlar saklandıkları yerden çıkarıldı. Komutan, hacca gidebilecek kadar babama para vererek bizi arabalara bindirdiler. Posus'tan, Bayburt'un arkasından Niv'e geldik. Bizi orada arabalardan indirdiler. Onlar geri döndü, biz de yaya olarak Vatan yaylasına geldik. Önce Türkler sonra Ruslar yayla evlerin tahtalarını sökerek siper yapmışlardı. Yaylaları onararak yerleştik.