Faik Yeni
Faik Yeni
Faik Yeni
Faik Yeni

DEMİRKAPI

 

Demirkapı, denizden yüksekliği yaklaşık 1950 metre olan bir dağ köyüdür. Orman sınırının üstünde, çayırlar, şırıl şırıl akan pınarlar arasında yer alan güzel bir köy. Geniş ve eğimli bir vadinin kenarında, Uzungöl'den gelip Bayburt'a giden yolun üzerinde bulunur.

Demirkapı, arkasında hazineler saklanan bir kapı durumundadır. Bu kapıyı geçtikten sonra insanı duygusallaştıran, düşündüren, geçmişe ve geleceğe bağlayan, hem ümit, hem de hayal kaynağı olan, eşine ender rastlanan manzaralara geçit veren bir kapıdır. Haldizen dağlarının seyrine doyum olmayan güzellikleri bu kapı ile başlar. Ağustosta bile çukur yerlerinde yıllanmış karları barındıran, ikinci zamanda oluşan sivri tepelerin arasında yer alan buzul gölleri görülmeğe değer.

Göller Bölgesi deyince Akdeniz Bölgesi'nin batı kısmında yer alan irili ufaklı göller akla gelir. Bunu Türkiye coğrafyasını okuyan her kes bilir. Göller Yöresi deyince neresi anlaşılır? Hemen açıklayayım. Çaykara ilçesinin sınırları içinde, Haldizen dağlarının kuzey bölümünde yer alan altı göl anlaşılır. Bunlar, kaynaklarını ya bulundukları yerden, ya da dağların yukarı bölümlerinden fışkıran sulardan alan Karagöl, Balıklı Göl, Aygır Gölü, Birömer Gölü, Sarı Göl ve Buzlu Göl'dür. Buzul gölleri olan bu birbirinden güzel göllerin ilkini-Karagöl'ü geçen yıl ekim ayında görebildim. Gereği gibi hazırlık yapmadan ve zamansız olarak gölleri görme hevesine kapılmam bazı sorunları da beraberinde getirdi. Şimdi bu yolculuğa hep birlikte çıkalım.

Ekim ayının ikinci yarısında otomobilimle göller yöresine gitmeği planladım. Kapalı bir havada Ataköy'den yola çıktık. Uzungöl'ü geride bırakırken hafiften bir çise otomobilin camını ıslatıyordu. Yanımızda şemsiyemiz olduğu için yaya yürümek zorunda kalsak bile ıslanma endişemiz yoktu. Bu güvenle stabilize yoldan yavaş yavaş yolumuza devam ettik. Uzungöl'den on beş kilometre sonra beton bir köprüden Solaklı deresinin karşı tarafına geçtik. Bu sırada bulutlar parçalandı, güneş sıcak yüzünü göstermeğe başladı. Bir yandan şırıl şırıl akan suyun sesi, diğer yandan balta girmemiş sık çam ormanlarının güzellikleri arasından ilerliyor, tekerleklerin her dönüşü bizi deniz seviyesinden biraz daha yükseltiyordu. Yöre hakkında aldığım enformasyonun yeterli olmayışı bazı tereddütleri beraberinde getirdi.

Bir ara çamların arasından, dağların yukarı bölümünde birkaç yayla evi dürbünümüzde göründü. Virajlarla yükselen yol bir süre sonra bizi bu evlere yaklaştırdı. Burası bir yaylaydı. Çekim yapmak için video kamerayı hazırladım. Görünürlerde kimseler yoktu. Dün yağan kar, yaylanın üst bölümlerine kadar inmiş, Karadağ'ın yukarı bölümü beyazlara bürünmüştü. Yakından görüntü alabilmek için yolumuza devam ettik. Yaylanın ortasına gelince köpürerek akan ırmağın karşı tarafında birinin çayırda ot biçtiğini, bazı evlerin bacalarından duman çıktığını gördüm.

Otomobilimizi gören bir yaşlı adam bize doğru yaklaştı. Kendisiyle yaptığımız kısa sohbette bu yalanın Muldat yaylası olduğunu öğrendik. Söz konusu olan göllere gidebilmek için Demirkapı tarafından gitmemiz gerektiğini, bunun için geri dönüp beton köprüye inmemizi, Solaklı’nın karşı kenarını izleyen yolla önce Demirkapı köyüne oradan da göllere ulaşabileceğimizi söyledi. Sözüne devamla, eğer arzu edersek yaya olarak iki saatlik bir tırmanmadan sonra Karagöl'e ulaşabileceğimizi ilâve etti.

Kısa bir tereddütten sonra yaya yolunu tercih ettik. Fotoğraf makinesini, video kamerayı ve diğer önemli eşyalarımızı alarak Karadağ'ın yukarı bölümüne doğru tırmanmağa başladık.

Bu sırada hava tekrar bulutlandı, Karadağ'ın zirvesini sis kapladı.

Yayladan birkaç yüz metre sonra karlı bölüme geldik. Elbise ve ayakkabılarımız dağ sporu için uygun değildi. Doğrusu böyle bir durumla karşılaşacağımı düşünmemiştim. Ama azimliydik. Mutlaka göle ulaşmak istiyorduk. Çevrenin güzelliğini görüntülüyor ve fotoğraf çekiyorduk.

Yükseldikçe hava soğuyor, kayaların kenarlarından sarkan buzlar görülüyordu. Zaman zaman duruyor, dinleniyor, sonra yolumuza devam ediyorduk. Eldivensiz olan ellerimiz bir şey tutamaz oldu. Kameraları çantalara yerleştirdik. Acı acı esen nemli rüzgâr bize "geri dönelim mi?" dedirtiyordu. Ama her şeye rağmen göle ulaşmak istiyorduk. Karşımıza çıkan her düzlükte Karagöl ile karşılaşma ümidine kapılıyorduk. Göl hâlâ görünürlerde yoktu. Küçük çağlayanlar oluşturarak akan su, gölden geliyor olmalıydı. Bu düşünceyle su kenarını takip ederek ilerliyorduk. Sis iyice yoğunlaşmıştı. Birkaç metre ilerisini göremez olduk. Nihayet bir düzlüğe daha ulaştık. İnce fakat sert otlar göle yaklaştığımızın işaretiydi. Nitekim birkaç metre ilerideki karartının göl olduğunu gördük. Sevindik. Bir saat elli beş dakika boyunca yaptığımız yolculukla hedefimize ulaşmış, Muldat yaylasından 690 metre, deniz seviyesinden 2850 metre yükselmiştik.

Artık resim çekme olanağı yoktu. Video kamera fotoğraf makinesinden ve çıplak gözden daha iyi görebildiği için uyuşuk parmaklarımla kamerayı çantadan çıkarıp gölü görüntüledim.

Karadağ'ın kayalık dorukları arasına sıkışan Karagöl, yalnız kuzey yönünden Karadeniz'e doğru bakabiliyor ve ona kol uzatıyor. Of'ta onunla buluşmak için taşan suyunu Solaklı aracılığıyla Karadeniz'e gönderiyor.

Ne yazık ki Karagöl'ün çevresindeki güzellikleri net olarak göremiyorduk. Buna rağmen son kez çevreye göz gezdirdik. İyice sertleşen rüzgâr iliklerimize kadar işlemişti. Orada daha fazla kalacak durumda değildik. Muldat yaylasına gitmek üzere hızla geri döndük.

Kuşkusuz bu maceralı yolculuk yaz mevsiminde, güneşli bir havada yapılmış olsaydı daha başka bir anlam kazanırdı.

Bir yıl sonra bugün, geçen yılın aksine güneşli yaz mevsiminde yine göller yöresindeyim.

İlk gördüğüm kişilere göller yöresini soracakken gözüme "Balıklı Göl 5 km" levhası ilişti. O yöne devam ederek köyden çıktım. Kasisli ve taşlı yol köyden sonra da devam ediyordu. Her çukurundan fışkıran sular ve bu suların kenarlarında zamanı geçmiş de olsa hâlâ varlıklarını sürdüren Gongoroşların ve diğer su bitkilerinin oluşturduğu güzellikleri seyretmekten kendimi alamıyor, bu nedenle otomobilimi taşlardan koruyamıyordum.

Balıklı Göl elips biçimindedir. Güney-kuzey yönünde uzanır. Üç tarafı tepelerle çevrili olan göl, kuzey kısmı açık olan bir düzlükte yer alır. Tepelerden fışkıran sular göle ulaşır. Göl, taşan suyunu kuzey yönünden bir kolla Haldizen Dağları'nın yamaçlarına salar. Çağlayanlar oluşturarak akan bu sular vadinin aşağı bölümlerinden aldığı diğer kollarla Solaklı Deresi'nin ana kolunu oluşturur.

Derinliğini ölçme olanağı bulamadığım gölün çevresi 1170 adım-yaklaşık 880 metre, denizden yüksekliği 2200 metredir. Göle dökülen ve çıkan sularda balık tespit ettim. Çevresindeki tepeler, kışın yapraklarını dökmeyen 20-30 santimetrelik dağ bitkileriyle kaplı. Tepelerin zirveleri kayalıktır. Bu kayalık bölümde yıllanmış kar birikintilerine rastlanır.

Havasına ve görünümüne doyum olmayan bu doğa manzarası karşısında yorgunluğumu gidermek için oturdum, kumanyamla karnımı doyurdum. İçimden "Burada günlerce kalıp bu güzellikleri içime sindirmeliyim!" diye geçirdim.

Balık Gölü'nün güzelliklerini içime sindirirken taşlı yollarda ilerlemeğe devam ediyorum. Bu yol Haldizen dağlarını aşarak Bayburt'a ulaşan yollardan biri. Birkaç dönemeç döndükten sonra Balıklı Göl’ü bir kez daha yukarıdan kuşbakışı seyrediyoruz. Bir diğer dönemeçle onu gözden kaybedip yükselmeğe devam ediyoruz. Son dönemeçle solumuzda bir başka göl belirdi. Aygır Gülü. Aşağı bölümü iki sırt arasında saklanmış, yukarı bölümü gittikçe dikleşen bir yamaca dayanıyor.

Aygır Gülü'nün suyu koyu mavi. Onun bu özelliği, Balık Gölü'nden daha derin olduğunu gösteriyor. Elips formunda, güney-kuzey yönünde yer alıyor. Denizden yüksekliği yaklaşık 2400 metre. Yoldan çıkarak otomobille gölün kenarına kadar yaklaştım. Burada piknik yapanlar var.

Neden Aygır Gölü denmiş?

Aygır Gölü hakkında ilginç bir hikâye anlatılır.

Taşıtların olmadığı, ulaşımın insan ve hayvanların sırtında yapıldığı dönemde bu gölün çevresindeki yeşil otlaklarda koyunlarını otlatan bir çoban bir yandan kavalıyla yanık havalar çalarken bir yandan da gölün sakin sakin çırpınan dalgalarını seyrediyormuş. Birden dalgalar kabarmış, iri kafasını suyun mavi sularından dışarı çıkaran bir suaygırı görmüş. Kaval çalmayı bırakıp hayretler içinde suaygırını izlemeğe başlamış. Suaygırı suyu havaya fışkırtarak nefesini bırakmış, sonra kocaman ağzını açarak esnemiş ve tekrar suya dalmış.

Gördüklerine inanamayan çoban sürüsünü ve kavalını bırakarak su aygırının tekrar çıkmasını beklemeğe başlamış. Gözlerini sudan ayırmadan, güneş, tepelerin ardından kayboluncaya kadar beklemiş, ama suaygırını bir daha görememiş. Akşama doğru sürüsünü toplayıp köye dönünce gördüklerini anlatmış. Köylüleri bir merak sarmış. Sabahın alaca karanlığında akın akın gölün kenarına gelmişler. Herkes su aygırını görmek istiyormuş. Güneşin sarı ışıkları karşı tepeleri, sonra gülü aydınlatmış. Suaygırı hâlâ görünürlerde yokmuş. Göl sakin sakin esen rüzgârın etkisiyle dalgalanmağa devam ediyormuş. Köylüler bütün dikkatleriyle gölde meydana gelecek o kocaman dalgalanmayı beklemiş. Güneş batı taraftaki tepelerin üzerine yaklaşmış. Güneşin ışıkları kırmızıya dönüşmüş, ama suaygırı hâlâ görülmemiş. Köylüler sabahtan bu yana göle bakmaktan yorulan gözlerle birbirlerine bakmış, "Çoban hayal görmüş" diyerek köyün yolunu tutmuşlar. O günden sonra gölün adı Aygır Gölü olmuş.

Buraya gelip de gölü görenlerin gözü, yıllar önceki gibi suaygırını arar. Benim gözlerim de suaygırını aradı.

Geçen yıl anlatılan bu hikâye beni tatmin etmemişti. Bu yıl Demirkapılılara tekrar soruyorum:

- Neden Aygır gölü denmiş?

Yolun kenarında güneşin ve yörenin tadını çıkaran dört kişiden biri:

- Bir aygır göle düşerek boğulmuş. Onun için Aygır Gölü denmiş, dedi.

- Ne zamana kadar bu güzel manzarayı seyredeceksiniz?

- Bir iki ay sonra burada her şey biter.

- Neden?

- Çiçek dökülüp ot biçildi mi ortalık solar. Okullar da açılınca buralar ıssızlaşır. Buranın en güzel zamanı şimdidir.

- Kışın hava çok soğuk olur mu?

- Çok soğuk olur. Kar da olur. Kışın burada kimse kalmaz Aşağı mahallede beş altı hane kalır. Maddi durumları müsait olsa onlar da gider buradan.

- Gördüğüm kadarıyla eski binaların yanında yeni binalar da yapılıyor. Burada oturulmuyorsa bu yeni binalar neden yapılıyor?

- Sen nasıl bu mevsimde heves edip buraya geldiysen, onlar da buraya heves ettiler. Yazın burada bir-iki ay kalmak için bina yaptılar.

- Yeni binaları yazlık olarak yaptılar demek istiyorsunuz.

- Evet. Fakat eski evleri restore edip orada oturmak bence daha uygundur. Trabzon'a gittiğinde betonların arasında, buraya geldiğinde betonların arasında bence uygun değil.

Yanındakini göstererek:

- Bu arkadaşımız akıllı adamdır.

Arkadaşımız dediği kişiye soruyorum:

- Neden akıllısın?

- Bilmem. Belki evi yıkıp yeniden yapmadım da ondan her halde.

- Bana sorarsanız ben de ahşap evlerin korunması taraftarıyım. Ahşap evler hem bu yörenin özelliğini taşıyor, hem de betonarmeye göre daha sağlıklıdır.

- Sizin aşağıda nem olur, ama burada olmaz. Duman gelir, sis gelir fakat nem yapmaz.

- O halde neden bu betonarme binalar yapılıyor?

- Vaktiyle buralar ormandı. Köyün etrafı ormanlarla kaplıydı. Ormandan ağaç keserek yığma binalar yaptılar. Şimdi durum değişti. Hem orman kalmadı, hem de mutfak şöyle olmalı, banyo böyle olmalı derken betonarme binalara dönüldü. Kışın betonarme binalar soğuk, ahşap binalar ise daha sıcaktır.

- Gördüğüm kadarıyla çevrede ekin tarlaları yok. Burada kalan insanlar ne ile geçinirler?

- Eskiden hayvancılık yapılırdı. Şimdi o da yapılmıyor. Burada kalanların ikişer üçer tane sığırı var. Bu gördüğün yerler tarlaydı. Arpa, sarıbaş filân ekilirdi. Harman yapılırdı. Şu gördüğün duvarla çevrili olan yer harman yeriydi. Herkesin benzer harman yeri vardı. Gem vardı. Gem koşar, öküzlerle sürer, harman yapılırdı. O işler bitti.

- Ne zaman bitti?

- Epey var. 20 seneden fazladır.

- Çayırlardan biçtiğiniz otları ne yapıyorsunuz?

- Malı olan malıyla beraber aşağı götürür, kışlaya verir, olmayan satar.

- Dışarıda yaşayan halk daha çok nerelerde kalır?

- Özellikle Trabzon, Samsun ve İstanbul'da.

- Meslek sahibi midirler? Nasıl geçinirler?

- Çoğu meslek sahibidir. Seyyar alışverişçi. Şu gördüğün iki yeni binanın sahipleri senelerden beri İstanbul'da otururlar. Yazın buranın yaşantısına heves ettikleri için bina yaptılar. Öte tarafta kapısında otomobil olan bina da benimdir. O zaman akılsızlık ettik. Büyük yatırım yaparak ev yaptık. Şimdi orda oturuyoruz.

- Pişman mısın?

- Pişman da değilim. Ama bir Köroğlu, bir Ayvaz. Çocuklar buraya gelmiyor.

Konuyu değiştiriyorum:

- Bu yörede Balıklı Göl, Aygır Gölü ve Karagöl'den ayrı olarak başka göller de varmış. Bunlar hakkında bilgi verir misiniz?

- Bu göller üç tanedir. Birömer Gölü, Sarıgöl ve Buzul Gölü. Bunların üçü de şu karşıdaki yaylanın arkasındaki dağların eteklerindedir.

- Bu göllere nasıl gidebilirim?

- Yaylaya kadar otomobille gider, sonra yaklaşık bir saatlik yaya yürüyüşten sonra göllere ulaşabilirsin. Bu üç göl diğerlerinden küçüktür.

Köylülere veda edip, geçen yıl sisler içinde gördüğüm Karagöl’ü güneşli havada görmek istiyordum. Daha fazla vakit geçirmeden yola çıktım.

Önce Balıklı Göl’ü bir kez daha gördüm. Her zamanki gibi güzeldi. Birkaç kişi balık yakalamak için oltalarını gölün mavi sularına sarkıtmış, sabırla bekliyorlar. Ben aynı tempoda yürüyerek gölün alt kısmından geçip karşı yakadaki yokuştan yoluma devam ettim. Yanımda ne yiyecek ne de su vardı. Demirkapı köyüne girişte karşılaştığım birinin bana verdiği bir avuç fındığın yarısı kalmıştı. Bu fındıklardan aralıklarla birer tane yiyor, açlığımı ve susuzluğumu gidermeğe çalışıyordum. Yaklaşık bir buçuk saatlik yürüyüşten sonra Karagöl’ün kuzeyindeki tepeye ulaştım. Burası çevreye hâkimdi. Karadağ’ın sarp kayaları ve çukurlardaki karlar onun azametini bir kat daha artırıyor.

Tepenin kuzey yamacına doğru inmeğe başlayınca rüzgâr hızını artırdı. Birkaç adım sonra da Karagöl göründü. Ama bu göl hiç de geçen yıl sisler içinde gördüğüm Karagöl’e benzemiyor. Arka planda sarp kayalardan kopup gelen irili ufaklı taşlardan bir fon oluşuyor. Bulunduğum yer bir uçurumun başıydı. Buradan gölün kenarına inmek imkânsızdı. Göl ile aramda 500-600 metre mesafe vardı. Ama gölü ve çevresini net olarak görebiliyordum. Bulunduğum uçurumun dibinde küçük bir göl daha gördüm ve hemen tanıdım. Bu geçen yıl sisler arasında gördüğüm Karagöl’dü. Gerçek Karagöl’ü görmenin mutluluğu içinde onu görüntüledim. Tam geri dönüyordum ki, Karadağ’ın kayalarında bir gürültü yankılandı. Gölün kenarına kadar devam eden kar birikintisinden büyük bir parça koparak suya düştü, çıkardığı ses kayalarda yankılanmıştı. Meydana gelen helezon dalgalarıyla o anı görüntüledim.

 

 

 

<< Neues Textfeld >>

Druckversion | Sitemap
© FaikYeni