Faik Yeni
Faik Yeni
Faik Yeni
Faik Yeni

 

2-8 Ağustos 2005 Sel Felaketi

 

Her Çaykara’ya gelişimde çocukluğumun anılarıyla dolu olan bu yöreyi gezer, anılarımı tazelerim. 1 Ağustos 2005 günü aynı amaçla eşimle birlikte Solaklı vadisindeydik. 29 Haziran’da meydana gelen su baskını ve Serdarlı ırmağının yaptığı tahribatı gördüm. Bu tahribatın telafisi için yolu açmaya çalışırken, ırmağın vadisinden gelen bir kayanın greyderle birlikte sürücüsünü derenin azgın sularına gömdüğünü duymuş, Çaykara Gazetesi’nden de haberi okumuştum. 1929’dan beri zaman zaman benzer su baskınları ve toprak kaymaları yaşanmıştı. Serdarlı ırmağı birçok cana kıymış, Solaklı vadisinin coğrafi yapısını değiştirmiştir.

Serdarlı ırmağının Solaklı deresiyle buluştuğu yerin 600 metre aşağısında bulunan şelalenin ayrı bir güzelliği vardı. Solaklı’nın coşkun suyu bu şelalede yaklaşık 20 metre yüksekten kayaların üzerine dökülürdü. Çaykara-Uzungöl yolunun inşasında burada yapılan tahribat sonucu şelalenin yüksekliği yarıya düşmüştü. Şelalenin oluşturduğu süt beyazı köpükler, diğer kayaları yalayarak hızla akışına devam ederdi. Bu güzelliği 1 Ağustos günü görüntülediğimde bunun son kez olduğunu nereden bilebilirdim.

Gündüzün geç saatlerinde gerçekleştirdiğim bu etkinlikten sonra eve döndüm. Havanın kararmasıyla gökyüzünü kaplayan bulutlar yoğunlaştı. Çise ile başlayan yağış, gece boyunca devam etti. Günün ağarmasıyla yağmura dönüştü. Dakikalar ilerledikçe yağmur hızını artırdı. Çatı olukları yağmur suyunu taşıyamaz oldu. Gerek sisin gerekse yağmurun etkisiyle görüş uzaklığı çok azaldı. Uzaktan gelen uğultuların kaynağını tespit edememenin tedirginliği başladı bende.

Çevredeki sel suları, olabilecek olayların habercisi gibiydi. Bir ara otomobilimi asfalt yola çıkarmayı düşündüm. Ama aşırı yağmurdan ıslanacağımı düşünerek bu fikrimden vazgeçtim. Uğultu gittikçe çoğalıyordu. Evin etrafındaki fındıklıktan akan sel suları yolda birikerek aşağılara doğru akıyordu. Evin balkonundan görebildiğim tarla ve fındıklıklar sel suları altındaydı. Etrafta olup bitenleri yakından görebilmek için sabırsızlanıyordum. Nihayet yağmur hızını biraz kesti. Kendimi dışarı attım. Irmağa yöneldiğimde fındıklıktan kopan yaklaşık yüz metre uzunluğunda toprak, fındık ağaçlarıyla birlikte yolu kapatmıştı. Buradan yaya olarak dahi geçmek olası değildi. Geri dönüp yolun diğer yönüne, dönemece doğru yürüdüm. Toprak kaymaları burada da yer yer devam etmişti. Virajın büyük bir bölümü toprak kayması sonucu kapanmış, taşıtların geçmesi imkânsızdı. Yol boyu akan sel suları bir dere oluşturarak Laleli’ye (Lemali) doğru akışına devam ediyordu.

Laleli, sel suları, çamur ve çakıl yığını altındaydı. Esnaf ve burada oturan halk tedirgindi. Herkes kendi imkânlarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Tarlalardaki mahsul yola sürüklenmiş, tahribat burada da büyüktü.

 

Eve döndüğümde sis biraz açılmış, Serdarlı ırmağı görünmüştü. Kameramı alarak onun o korkunç yüzünü görüntülemeye çalıştım. Irmağın her iki yakasından kopan kaya ve ağaçlar aşağılara doğru sürüklenirken çıkardıkları uğultu kulakları tırmalıyordu. Solaklı vadisini, Hadi deresini görüntülemek için yola koyuldum. Solaklı vadisini görebileceğim yere doğru ilerlerken arkadan gelen bir otomobil yanımda durdu. Gidebileceğim yere kadar beni götürdü. Burada biriken kadınlı-erkekli halk, bulundukları yerlerin (heyelan, taş düşmesi gibi) tehlikelerinin farkına varmadan hayretler içinde vadiyi dolduran Solaklı’nın azgın akışını izliyor, Serdarlı ırmağının çamur tortusu halini alan suyunun, şelaleler halinde akarken çıkardığı uğultuyu dinliyorlardı. Serdarlı ırmağının getirdiği kaya ve çakıl yığını Solaklı’nın önünü kapatmış, Karahasanların hizasında bulunan beton köprüye kadar göl oluşmuştu. (14 Ağustos 2005 tarihinde yağan aşırı yağmurda Serdarlı ırmağının sürüklediği maddelerle Solaklı’nın önü tamamen kapanmış, bir buçuk saat boyunca Solaklı akmamıştır.) Buradaki tarlalar ve fındıklıklar su altında kaldı. Kızılağaçların yalnız dorukları görünebiliyordu. Şelale, bulunduğum yerden görünmüyordu. Ama onun hizasında Solaklı iki kola ayrılmış, bir kol yatağından taşarak Çaykara-Uzungöl asfaltının karşı tarafına geçmişti. Yol yapımı için kurulan şantiyenin araç, gereç ve binaları sürüklenerek çakıl ve kayalar altında kalmıştı. 28 Haziran öncesi 5-10 metre yüzeyden aşağıda akan Solaklı, şimdi tanınmayacak şekilde bir yükseklikten akıyordu. Bu kadar kaya ve çakılın nereden geldiğini kavramada güçlük çekiyordum. Gümüşdere mahallesini Çebnili mahallesine bağlayan tarihi halatlı köprü, geçirdiği felaketlerden edindiği deneyimlerle hem Solaklı hem de Hadi derelerinin tüm acımasızlıklarına karşı direniyordu.

Hadi deresi her zamanki debisinin onlarca misline ulaşarak, önüne çıkan her engeli eritiyordu. Cami ve inşa halindeki binaya sıra gelmişti. Bir kolu Ataköy tarafındaki kızılağaçlığı sökerken diğer kolu cami ile henüz tamamlanmamış binaya yönelmişti. Bir iş makinesi bu iki binayı korumak için olağanüstü gayret sarf ediyordu. İki kol arasında oluşan adacıklar, kabuklarından ve köklerinden arınmış tomruklarla doluydu. Kamalı mahallesindeki beton köprü için tehlike yoktu ama Gümüşdere mahallesine giden yoldaki köprü için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Görünürlerde köprü yoktu. Altı kaya ve çakıllarla dolmuş, dere sularının bir kısmı üzerinden, diğeri ise yoldan akıyordu. Marangoz İrfan’ın atölyesinin alt katı sular altında kalmıştı. Dört iş makinesi İrfan’ın imdadına koşmuş, köprünün altını boşaltarak suyun yatağına çekilmesi için çalışıyorlardı. Hadi deresinin getirdiği akıl almaz malzeme, tarihi Gümüşdere köprüsünün bir ayağını tamamen kapatmış, diğer ayağını yarıya kadar çakıllara gömmüştü. Karayolları bakım şantiyesinin yanındaki beton köprü için de tehlike söz konusu değildi. Çarmaş köprüsü ise tamamen sular altındaydı. Koldere yönünden gelen iki ırmakla Şahinkaya yönünden gelen bir ırmak bu yöreyi tanınmaz hale getirmişti. Çaykara-Uzungöl yolu hem burada hem de tarihi Gümüşdere köprüsünden Serdarlı ırmağına kadarki bölümler araç ve yaya trafiğine kapanmıştı.

Serdarlı ırmağının yaptığı tahribatı yakından görmek için eski Ataköy yollarından biri ve aynı zamanda gerektiğinde alternatif yol olarak kullanılan Abdurrahmanların mahallesini Karahasanlara bağlayan stabilize yoldan yaya olarak gitmek istedim. Bu yol da birçok yerde toprak kayması sonucu araç ve yaya trafiğine uygun değildi. Dize kadar çıkan çamur engelleriyle karşılaştım. Çamura bata-çıka ana yola ulaşarak Çaspa’ya geldim. Uzungöl yönünden gelen birçok araç yolda kalmıştı. Serdarlı ırmağının yola yığdığı metrelerce yükseklikteki çamur yığını temizlenmeyi bekliyordu. Sinirleri son derece gerilen yolcular beni görünce basın-yayın yoluyla ilgililere ulaşmamı ve bu duruma bir çözüm yolu bulunmasını istiyorlardı. Onlara göre çözüm kolaydı. Herkes bir çözüm önerisinde bulunuyordu. Ama iş makinelerinin bir kilometrelik yolu açmalarının hiç de kolay olmadığını kestiremiyorlardı.

Buradan kurtulmanın yolları araştırıldı. Kimileri Bayburt üzerinden Trabzon’a ulaşmayı, kimileri çamuru ve dereyi yürüyerek geçmeyi seçti.

 

Yolcular arasında “Hocam” diye hitap edilen biri ile, sonradan polis olduğunu öğrendiğim bir bayan benden yalvarırcasına yardım istediler. Kendilerini sakinleştirmeye çalıştım. Yol açılıncaya kadar kendilerini misafir edebileceğimi söyledim. Onlar ısrarla bir an önce Trabzon’a, oradan Ankara’ya gitmek zorunda olduklarını söylediler. Eğer benim geçtiğim çamuru göze alırlarsa geldiğim yoldan kendilerini ana yola ulaştırabileceğimi söyledim. Kabul ettiler. Kara Hasanların karşısındaki köprüye geldiğimizde orada bulunanlar, “Taş düşmesi sonucu Ataköy yolu araç ve yaya trafiğine kapandı” deyince geri döndük. Bayan son derece tedirgindi. Bugün mutlaka Ankara’ya ulaşmak zorunda olduğunu söylüyordu. Yarın sabah görevinde olmak zorundaydı. Bunun gerçekleşmemesi durumunu düşündükçe tedirginliği artıyor, gözyaşlarını tutamıyordu. Artık çamur yığınını geçtikten sonra iş makinelerinin yardımıyla bir kilometrelik kapalı yolu aşmak için kararlıydılar. El ele tutuşarak çamur yığınına daldılar.

İlk adımda bayanın ayakkabısı çamura saplandı. Dize kadar çıkan çamuru geçerek birinci engeli aştılar. Çamura saplanan ayakkabıyı çıkarmak bana düştü. Ayakkabıyı çıkarmak hiç de kolay olmadı. Ayakkabıyı onlara fırlatırken, çamurun ötesinde göremediğimiz ikinci su engelini aşmaları için on beş dakika bekleyeceğimi, bu süre içinde geri dönmezlerse engeli aştıklarını anlayacak, ben de eve dönecektim.

Bu sürenin sonunda Taşkıran belediyesinden gelen bir iş makinesi çamur yığınını temizlemeye başladı. On beş dakika boyunca diğer meraklılarla birlikte çalışmayı izledim.

İşin sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşıldı. Alınan her kepçe çamurun yeri anında doluyordu. Geri dönüp Kantar Taşına çıktığımda (yaklaşık 1 saat sonra) çamur yığınının ortasından akan Serdarlı ırmağının suyuna ulaşıldığını gördüm. Ama yolun araç trafiğine açılması daha saatler sürecekti.

Felaketten bir hafta sonra tekrar olay yerine gittiğimde hasarın ne kadar büyük boyutlarda olduğunu daha iyi gördüm. Vadi tabanında bulunan tarla ve ağaçlardan geriye çakıl, kaya ve tomruklar, şantiyenin araç ve makinelerinin hurdaları kalmıştı. Zarar ve ziyanın en büyüğünü “Şelale” yaşamıştı. Solaklı’nın incisi olan “Şelale” yoktu artık. Çakıl yığını şelaleyi oluşturan kayaları kaplamış, yöreyi tanınmaz hale getirmişti. Çok hayıflandım. Bundan böyle onun gümüş gibi çağlayarak (Ataköy-Gümüşdere mahallesi adını bu şelaleden alır) akışını göremeyecek, sesini duyamayacaktım. Bu doğa harikası artık resimlerde kalmıştı.

2 Ağustos 2005’te meydana gelen sel felaketi, doğa tahribatı yönünden Temmuz 1929 yılındaki ile eş değerde olsa gerek. O yıllarda, yerleşim yerlerinin bir kısmı Solaklı tabanında kurulduğu için can ve mal kaybı (Trabzon ili kayıtlarına göre Of-Çaykara yöresinde yıkılan bina sayısı 2.539, ölü sayısı 146’dır) daha fazlaydı. Yerleşimdeki bu bilinçlenme, diğer sahalarda da etkisini göstermesini temenni edelim.

 

Druckversion | Sitemap
© FaikYeni